30 Ağustos 2012 Perşembe

Zafer




30 Ağustos resepsiyonunu iptal edenlere kızmayın.. Bu zafer zaten onlara karşı kazanılmıştır! Zafer bizimdir!


29 Ağustos 2012 Çarşamba

30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlu Olsun



(30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun. Bu topraklar üzerinde yaşayan ve Ne Mutlu Türküm Diyene diyebilen herkesin bayramını kutluyorum. Diğerlerine gelince; zoruna gidenin neresine giderse gitsin. En iyi günleriniz bunlar, daha iyisi olmayacak. Işığın intikamı bileniyor bunu böyle bilin. Bu topraklara getirdiğiniz karanlığı öldğüm güne kadar unutmayacam. Sessiz kalanları, dönekleri, hainleri, işbirlikçileri ve kendi çıkarını korumak adına "aman abi bu konulara girmeden ben sanatımı yapayım" diyenleri unutmayacam. En iyi günleriniz bunlar. Bu günler geçecek. Keser döner sap döner o sap da sizin taa... Anlayan anladı) Aşağıdaki yazı bu noktadan sonra alıntıdır(Levent)).

Zafer Bayramı, Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin[1] ulusal bayramıdır. Her yıl 30 Ağustos günü kutlanır. Zafer Bayramı, 1922 yılında 26 Ağustos'ta başlayıp, 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan bayramdır. İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terketmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder.

Zafer Bayramı, ilk defa 30 Ağustos 1923 günü Afyonkarahisar, Denizli, Kahramanmaraş, Ankara ve İzmir'de kutlanmıştır. Resmî olarak Zafer Bayramı ilân edilmesi 1935 yılının Mayıs ayında olmuştur. Zafer Bayramı, tüm yurtta törenlerle kutlanır. Devlet erkânı ve birçok vatandaş, Ankara'da Anıtkabir'i, diğer illerde de anıt ve şehitlikleri ziyaret edip, Mustafa Kemal Atatürk'e, silâh arkadaşlarına ve komutasında savaşmış askerlere şükranlarını sunar. Hemen hemen her yerleşim yerinde, askerî birlikler geçit törenlerine katılır. Ayrıca dış temsilciliklerde de çeşitli kutlamalar yapılır. 30 Ağustos günü, Türkiye'de resmî tatildir.

Her yıl, Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksekokulları bu tarihte mezun verir. Tüm subay ve astsubay rütbe değişiklikleri bu tarihte geçerli olur.

TARİHİ

23 Ağustos - 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Savaşı'yla Yunan orduları gerilemek zorunda kaldı. Bu uzun zamandır Türk ordularının elde ettiği ilk başarıdır. TBMM tarafından Sakarya Savaşı'ndan sonra Mustafa Kemal'e mareşal ve gazi unvanları verildi. Tarihin bu dönüm noktasından sonra Yunan ordularının topraktan atılma kararı alınır. Sad planı adı verilen tarrruz planı ocak ve nisan aylarında iki kez ertelenir. Tarruzun hazırlıkları tam anlamıyla ağustos ayında tamamlanır. Batı cephesinin kuzeyindeki ve güney cephesindeki Türk birlikleri, büyük bir gizlilik içinde Kocatepe bölgesine kaydırıldı. İstanbul'daki cephane depolarından silah ve cephane gizlice Anadolu topraklarına getirtildi. İtilaf Devletleri tarafından tahrip edilerek kullanılmaz hâle getirilen toplar onarıldı. Yeni silahlar satın alındı. Orduya taarruz eğitimi yaptırıldı. Gazi Mustafa Kemal'in başkomutanlığını yaptığı Türk ordusu, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırdı. Birkaç saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis de vardı.

Bu savaş, Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı.

Büyük Taarruz'un başarıyla sonuçlanmasından sonra Yunan orduları İzmir'e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla Türk toprakları Yunan işgalinden temizlenmiş oldu.

(yazı kaynağı: http://tr.wikipedia.org/wiki/30_A%C4%9Fustos_Zafer_Bayram%C4%B1 )

24 Ağustos 2012 Cuma

Althar'ın Akıncıları Nasıl Yazıldı?

Althar'ın Akıncıları öyküsünün nasıl yazıldığına dair bir yazı yazmaya karar vermiştim. Şimdi görselleri hazırlayınca eh artık yazayım dedim.

Niye böyle bir şeye gerek duydum?

Bir kere bu öyküler öyle fırt fırt fırt işkembeden atılarak yazılmıyor, üzerinde çalışılıyor, emek harcanıyor, kafa patlatılıyor bunu belgelemek istedim.Masaya oturup "hadi ben öykü yazayım" deyip öyle yarım saat içinde üç sayfalık bir öykü yazmıyoruz burada. Ciddi bir iş yapıyoruz. Buna dikkat çekmek istedim. Aslında artık çok da şeyimde değil milletin ne dediği küfürü basıp geçiyorum ama olsun, yine de yazılı bir belge bulunsun Google Amca'da.

Niye böyle bir şeye gerek duydum(2)?

Aslında gerekli bir şey değil. Sadece bir tercih meselesi. Bir seçim. Ben aksiyon-macera yazıyorum. Bilim kurgu, fantastik kurgu, politik kurgu, erotik, deneme, eleştiri, kılıç&büyü yazıyorum. Bu saydıklarımın içinde en çok fantastik ve bilim kurguyu seviyorum. Kılıç ve büyü bana ilaç gibi geliyor. Başka bir dünyaya gidip kafayı rahatlatıyorum. Benim gibi bu diyarları sevenlere, bu fantastik diyarları yazmayı isteyen ama nasıl başlayacağını, nasıl ilerleyebileceğini bilemeyenlere kendi tecrübemi aktarmak istedim.

Bir kere ben öğretmen filan değilim. Ne olduğumu ve olmadığımı biliyorum. Ben sadece kendi tecrübelerimi paylaşmak ve bunları benim nasıl yaptığımı anlatmak istedim. Bir de bu öyküler, romanlar nasıl ortaya çıkıyor diye Türkçe bir metin olsun istedim.

Benim kendi öz tecrübelerimi aşağıda okuyabilirsiniz. Genelden ziyade Althar'ın Akıncıları perspektifinden bakarak yazmaya çalışacağım.

Bir öykü yazmalıyım dedim. Yazma zamanım gelmişti. Fantastik mi bilim kurgu mu dedim? Fantastik dedim. Bu aralar Romulion ve Althar'ın Akıncılarına dair bir öykü yazmak istiyordum. Böyle çıktım yola. Althar olmalıydı, Romulion olmalıydı. Bir iki arkadaşları... Bir 5 kişi olmalıydılar en azından. Sonra beş yetmeyecek dedim kendime ama başta 5 idi sayı. (1 nolu resim) & (2nolu resim)

Uzun Yol evreninde; Susayanın Uyanışı dünyasında yani İldar'da geçecekti bu öykü. Zamanını düşündüm. Uzunkış'a dokunan bir öykü olsun istedim. Zamanı Susayanın Uyanışı'ndan önceki kış olsun dedim. Hikayenin arkaplanını kuruyordum böylece. Bir kere bir setting içinde geçiyordu öyküm. Bu setting-bu çerçeve benim yarattığım bir evrendi. İldar dünyasıydı bu setting. Zaten daha ilk tasarlarken Dünyalar Zinciri Öyküleri'ni bir bütün oluşturacak ve her satırda öykünün evrenini geliştirip büyük resme katkıda bulunacak şekilde yazmaya çalışıyordum. Bu öykü ile bazı noktaları en azından kendi aklımda daha iyi tanımlayıp gelecek öyküler için zemini daha iyi tanıyacaktım. Dedik ya; bu biraz da bir dünya yaratma projesinin bir aşaması. Sadece bir öykü değil aynı zamanda İldar'ın tarihini, kültürünü, coğrafyasını, kurallarını yazıyorum...

Neyse. Nerede kaldık? İldar, uzunkış, Althar'ın Akıncıları. İçinde gemi de olsundu-gemi savaşı sahnesi yazmak istiyordum. Sonra dişi ve önemli kahramanlara dikkat etmeliydim. Dişileri öyküleri katmakta acemi hissediyorum açıkçası. Deneme yanılma ile daha çok dişi kahraman katmalıyım İldar'a. Hikeyede yan öykü olarak şekillenir gibi olup sonunda Althar'ın Akıncılarını ciddi biçimde etkileyen gelişme ise Romulion ve Jeena arasındaki ilişkiydi. Sevgili Gecekuşu'na ithaf ettiğim bu öyküde kendisinden ve bizden ilham aldığım bazı kısımlar için umarım bana kızmamıştır. Ayrıldıysak düşman olmadık değil mi? İyi ki varsın Gecekuşu. Burada yine selam veriyorum ve öpüyorum(arkadaşça :D)

Öyküde başkötü konusunu ve hikayeyi düşündüm. Nasıl olmalı diye. Ben hazır hikayeden yola çıkmadım. Anlatmak istediğim bir öyküden ziyade sıradaki öykümde neler yazmak istiyorum düşüncesi bana yol verdi. Büyük bir savaş, imkansız rakamlar, zorlu düşman, karanlık, entrikalar beklenmedik bir iki gelişme?

Sonunda uzunkış kültürünün bir parçası olan yeraltındaki devasa mağaralar ve okyanus sistemi işin içine girdi. Düşman olarak ölüler, mumyalar, kertenkele adamlar ve fareadamlar öne çıktı. Bu öyküyü anlatmak için notları almaya başlamadan önce kafamda ne nasıl olur diye bir şablon oluşmaya başladı. Aklımdaki parçalar bulmacanın üzerinde ben düşündükçe ait oldukları yere akmaya başladılar. Sonunda bir baktım kalemim durmadan not alıyor.

Romulion bu noktada Yaşam Hasatlayan Smir öykümde, öncesinde, sonrasında onunla ilgili planlarıma uyması için biraz daha üzerinde çalışarak daha ayrıntılı çizildi. Satırlara yansıdığından daha fazla düşündüm Rom ve güçleriyle, geçmişi ve geleceği ile ilgili. (3nolu resim)

Althar'ın Akıncıları başlığını attığımda cidden artık planlama ve kafamda kurma aşamasından yazmaya başlama aşamasına gelmiştim. Yazıyordum artık inceden.(4nolu resim) İlk kaba notlarımı yazmaya başladım. Bu iskelet sayfa idi. İlk adım.


İlk 10 madde ile notlarımı toparladım. (7 nolu resim)
Ve kabaca bir harita ile öykünün sahnesini gözümün önüne koydum. Benm aksiyon yazarken arka planı kurmaya ve olayları düzgünce gözümde canlandırmaya çok önem veriyorum. Bu yüzden olayların geçtiği arkaplan, olayların yaşandığı yerler-sahne benim için çok önemli.(5 nolu resim)





Aslında ben oldukça görselim galiba. Herkes böyle midir bilmiyorum. Ama mesela ben öyküyü kafamda yazıp bitirmeden yazmaya başlayamıyorum. Öykü kafamda yazıldıktan sonra, asıl önemli kısmları hazır olduktan sonra aradaki boşlukları yazarken dolduruyorum ama ilk önce öykü kafamda bütün can alıcı öykü sahneleriyle hazır olmalı.

10 madde ile öyküyü yazdım ve bitirdim. Geriye sadece aklımdaki öyküyü kağıda dökmek ve başlangıç ile son arasındaki boşlukları doldurmak kaldı.

Yazmaya başladıktan sonra notları bu 10 maddeden daha derinlere taşıyıp ince işi ele almam gerekti. Her maddeyi derinleştirip kendi içinde bütün gelişmeleri ana olayları ve sahneleri ile hikayenin içine oturtmaya başladım. Gereken yerler için düzenlemeleri yapmaya başladım. Mesela burada(8 nolu resim)
Mavicadı'dan karaya kimlerin çıkacağı görülüyor. 25 kişilik gurupta şifacılar, hasarcılar, koruyucular var. Burada gurup yönetimini ele alırken oynadığım fantastik oyunlardaki karakter sınıfları ve ırkların rollerinden etkilendiğimi söylemek yanlış olmaz.

Burada (9 nolu resim) artık ilk sayfaları yazıp düzenlemeye başlıyorum. Şehirler, savaş, savaşın içindeki küçük kavgalar, kavgalardaki karakterler ve kavgaların tasarlanmasındaki elementler... (10, 11, 12 nolu resimler)



Kim ne görevde, hangi aşamada nerede ne olacak. Öyküyü okuduysanız ve ilginizi çekiyorsa resimlerde ayrıntılı biçimde görebilmeniz mümkün.VS(diğer resimler)










Bazen evdeki hesap çarşıya uymaz. Bu öyküde benim başıma gelen buydu mesela. İlk başta çok salakça biçimde büyük bir şapşallık yaptım. Öyle kritik bir hata değildi ama çok salakça bir hataydı. 10 maddelik öykü dedim kendi kendime, her maddeyi bir iki sayfa yazsam kabaca 15 sayfa filan sürer diyordum. Çok kötü gülüyorum kendime. O matematikle yürümüyor işler. Bunu bilmem gerekirdi. Tecrübeliyim aslında; Susayanın Uyanışı'nı 350-400 sayfa diye planlamıştım. 600 sayfa oldu. Oluyor öyle.
Neyse efenim, sona doğru gelince beni en çok zorlayan kısım Kir Jarad ve Auruz Vektashi oldu. Ne var lan orada diyenler olabilir. Ama ben biraz hakkını vermek adına her karakter nerede ne yapabilir nasıl yapılır, kimi nereye alayım kavga hangi aşamalardan geçmeli, neler olabilir diye düşündüm.(18 & 19 nolu resimler)

Kavga mekanı, düşmanın güçleri ve karakteri, Akıncıların gurup içeriği ve roller, düşmana karşı bu kavgada ne yapabilecekleri derken... Sonunda içim rahat biçimde hazırlayıp sahneleri kurdum ve planlarımı yaptım. Yazdım. Bitirdim. Ama beklediğimden biraz uzun sürdü.




Çok uzatmayalım.

Ben böyle yaptım. Bu şekilde kurup bu şekilde yazdım. Yazın sıcağı ve diğer yan etkenler derken öyküyü bitirmem biraz uzadı. Sayfalardaki tarihlerime baktım da, evet, ilk notları yazmamdan son kısmı kağıt üzerinde yazıp son noktayı koymama kadar Nisanın ilk haftasından Temmuz 31'ine kadar bir süre söz konusu. Boru değil sevgili okur, 70 A4 sayfası kabaca 105 sayfalık bir kitap ediyor. Kitap yazmışım demek yanlış olmaz. Kitap olarak basılsaydı bir iki ilüstrasyon ve harita ile 120 sayfayı bulurdu.

Bence güzel oldu. Sonunda ben yaptığım işten çok memnunum. Son noktayı koyduğumda mutluydum. Eğlenceli ve oldukça tatmin edici bir maceraydı benim için.

Yazan arkadaşlara iyi kötü bir faydam dokunursa, bir fikir verebilirse bu satırlar memnun olurum. Canınız sağolsun millet. Ben daha çok sağolayım.

Çöl ve Gece ve Dans :)

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Yazmak Yok, Yok İşte...




Bu aralar içimden yazmak gelmiyor. Bir iki öyküye dair notlar alıyorum. Ama hepsi o. Tarihe not düşüyorum; Bir daha elim kaleme gitmezse bil ki pes ettiğimden değil, tükendiğimden. Dolmuyor sülalesini şirinlediğimin pilleri...


14 Ağustos 2012 Salı

Sıkıldım


Sıkıldım amk. Yeter yav. Bu ne. Öff. S..kcem böyle düzeni. Yoruldum. Bazen herşeyin canı cehenneme diyorum. Nereye kadar? Mücadele de nereye kadar? Kürek çek çek çek çek çek ... Eeee? Ne oldu? Karanlık bir denizin ortasında hiç ışık yok, sahil yok, gemi yok, yıldız bile yok bazen amk...

(Bazen bir mola vermek lazım hayata...)

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Rome, güzel diziydi



Titus Pullo burada ölüm cezasına çarptırılmıştı ve infaz edilecekti. Ama bizim Pullo'nun artık dövüşmeye niyeti yoktu ve ölmek istiyordu. Yaptıklarından kendisi de yorulmuştu. Hata üstüne hata, hep problem... En sonunda da hoşlandığı hatunu ele geçirmek için hatunun kocasını öldürmüş ve buralara gelmişti. Sonunda kafaya dank etmişti yaptıkları ve işte bu depresif haldeydi.

Adam "dövüşmicem, kesin beni de bitsin bu iş" dedikçe üstüne gittiler. "yavrum olmaz öyle, bizim işin de bi raconu var. iki kılıç salla, biraz kaç debelen de biz de ekmekten olmayalım," dediler. Ama Pullo hiç s...lemedi. Taa ki bütün o küfürleşmelerin arasında Aşil Topuğundan yakalanana kadar. XIII. Lejyon. Sezar ile birlikte Galya'yı beraberce feth ettikleri lejyonun adına ve onuruna laf edilince haliyle Pullo da "hööööst" der ve Hulk moduna geçer. "Törtiiiiin!!!" 13, 13, 13 diye bağırarak önüne geleni doğramaya başlar.
Tabii o kadar adama karşı hulk değil bizimki. Sonunda düşmesi kaçınılmaz. bu esnada hep onu izlemekte olan candostu ve eski komutanı Lucius Vorenus da bu noktadan sonra dayanamaz ve politik oyunlar gereği Sezar'ın verdiği "karışma Lucius" emrini çiğneyip arenaya dalar... Gerisi hikaye.
Hatırımda yer etmiş bir sahneydi. Youtube'da gezerken Pullo'nun suratını görünce birden hatırladım.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Tatlı Sert




Nerede kalmıştık?
Evet. Bir öykümüzü daha yazıp bitirdik ve izedebiyat.com sayfalarına gönderdik. Erotik efendim. Daha Türkçesi Kırmızı noktalı. 18 Yaş Altına tavsiye etmiyorum. Yav, ne saçmalıyorum. 18 yaş altı internetten görselini HD ve Blueray izliyor zaten. Neyse...

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Yazıyorum: Tatlı Sert





Yazıyorum. 1996 öyküsünün(1. bölüm ve 2. Bölüm) bir bölümü daha gelecek. Proje adı: Tatlı Sert.
Bundan sonra aklımda bir iki düşünce daha var. Ufuklar evrenine geri dönebilirim bir kısa öykü ile; henüz tam karar vermedim. Ya da Bir Kanuni Sultan Süleyman öyküsü yazabilirim. Bakalım. Göreceğiz. Hele bir şunu bitireyim de.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Bu aralar...

Bu aralar sıcaktan ve susuzluktan tükenmekle meşgul oluyorum. Açlık neyse de susuzluk fena yapıyor bu ramazanda :)
Bir yandan da şu Brezilya dizisi kıvamına gelen Althar'ın Akıncıları: Altıngöl ve Ejderha öykümü sonunda bitirdim. Lakin henüz son bölümün küçük bir kısmı kağıt üzerinde; Bilgisayara dökmedim. Bu akşam başlarım geçirmeye.


Bir de bu aralar iki yeni diziyi izliyorum. Birisi aslında eski bir dost (Legend of Galactic Heroes) diğeri ise benim yeni keşfettiğim bir dizi (The Walking Dead) Bir ara şu (True Blood)'a da dönmek istiyorum. En son kızın vampir sevgilisinin kaçırıldığı bölümde kalmıştım, dönmeli o diziye de. Hoş dizi True Blood, ilginç. Hem hatunun giydiği o daracık tşörtler de çok hoştu ilk sezonda. Atletik hatunlardan hoşlandığımı söylemiş miydim? Herkesin zaafları var tabii :D