Kızıl Dolunay'ın sabahında Baia kolay uyanamadı.
Genç kız uyandığında saat öğlene yaklaşıyordu. Farkında olmadan esnedi ve gerindi. Birden çıplak olduğunu farketti. Telaşa kapıldı. Odada yalnızdı ama o an için bunun bir anlamı yoktu. Elleriyle göğüslerini hemen örttü. Derken etrafına hızlıca bir göz attı ve yatağın ayak ucuna serilmiş muhteşem güzellikteki vişne çürüğü rengi giysileri gördü. İşlemeler ve kumaş inanılmaz kaliteliydi.
Muhteşem güzellikte dekore edilmiş aydınlık ve ferah bir yatak odasındaydı. Oda kocamandı. Duvarlar işlemeler ve kabartmalarla süslüydü. Yatak da kocamandı ve çok rahattı. Yatak örtüleri, yastıklar çok kıymetli ipek ve saten takımlardı. İki kocaman pencere balkona doğru açıktı ve içeriye tatlı tatlı dalgalanan perdelerden nefis kokulu bir esinti giriyordu. Yatağın hemen baş ucundaki sehpada altın bir tepside bir bardak su ve koca bir meyve tabağı vardı. Odanın dört bir yanındaki kocaman kristal vazolarda muhteşem renklerle göz alan koca çiçek demetleri vardı. Baia onların egzotik kokularının kokteylini burnuna açlıkla çekti..
Baia bu ilk anlarda aklını tam toparlayamadı. Bir yandan elbiseye uzanırken bir yandan düşünmeye çalışıyordu. Bayılma anını hemen hatırladı ama o anı güçbela hatırladı. Her şey o kadar karışık ve hızlı olmuştu ki..
Şimdi ise burası neresiydi? Neredeydi? Dün gece gerçekten olmuş muydu yoksa bir kabus mu görmüştü? Kızıl Dolunay'da ne olacağına dair pek kesin bilgisi yoktu ama gecenin sabahına çıkmak konusunda pek umutlanmaması gerektiği öğretilmişti.
Bakire Şato'ya girdikten sonra onu nasıl bir kaderin beklediğini kimse bilmiyordu ama eski söylenceler Efendinin o ilk gecede kanlı bir ayinle kızı kurutup (kanını son damlasına kadar emerek öldürmek) kurban ettiği yolundaydı.. Bu pek de yanlış değildi. İlk Efendinin bunu yaptığı bir iki güvenilir kaynaktan doğrulanmıştı. Smir ise çok ketum ve gizlilik perdeleriyle sımsıkı örtülü bir Efendiydi.
Baia ne düşüneceğini bilemez haldeydi. Sadece giyindi ve kocaman aynanın karşısına geçip elinde olmadan üzerindeki giysiye ve kendisine bakarken buldu kendini. Giysi gerçekten muhteşemdi.
Sanki aklını okumuş gibi konuştu arkadan gelen ses.
"Muhteşemsin. Kızlar bu rengin sana çok yakışacağını söylemişti. Haklıymışlar. Harikulade." diyerek gerçek bir hayranlıkla konuştu boğukça tıslayan fısıltılı ses.
Baia kesik bir nefesle sesli biçimde irkilmişti. Kendini hemen toparlarken bir eli kalbinin üzerindeydi hala ama çabucak duruşunu efendisinin karşısındaki iyi bir cariye gibi düzeltti.
"Gece iyi uyudun mu?"
"Evet, Efendim."
"Güzel. İlk gece, başlangıcımız biraz sıradışıydı," diyerek konuştu Smir. Daha ziyade kendisine konuşuyor gibiydi. Baia bunu hissetmişti ve Smir de farketmişti.
Smir bir şeyi daha görüyordu. Baia korkuyordu. Kokusunu alıyordu. Kızın kokusunu alıyordu. Heyacan, korku ve kanının kokusu.. Ve diğer koku. En güzeli de diğer kokuydu. Dişiliğinin taze ve el değmemiş kokusu. Smir derince solumaktan kendini almadı. Bu çok güzeldi. Yine de kendini hemen toparladı. Smir iradesine yenilecek genç bir aşık değildi.
"Benden korkuyorsun.." diye sordu Smir
Baia nasıl cevap vereceğini bilemedi. Evet, ondan korkuyordu. Efendiden korkuyordu.
"Korkmalısın, Baia." dedi Smir.
Bir iki adım atıp uzaklaştıktan sonra tekrar Baia'ya dönüp gülümsedi. Yırtıcı bir hayvanın sinsi gülümsemesini andırıyordu yüzündeki gülümseme..
"Korkmalısın ama bu cahil bir korku olmamalı. Bilmelisin. Ne zaman korkman gerektiğini, neden korkman gerektiğini bilmelisin. Öğreneceksin."
Smir konuştukça korkunun içinde bir yerde başka bir his daha uyanıyordu. Cesaret. Gerçekten de Smir konuştukça Baia onun sözlerinde ve gözlerinde, hareketlerinde bilgi kırıntıları buluyordu. Baia oldum olası kendini karşısındakinin yerine koymakta ve karşılıklı bir anlayış yaratmakta başarılı ola gelmişti. Ve şimdi Efendi Smir karşısındayken de bu aslında çok kolaydı. Smir'le çok daha kolaydı.
Smir kesinlikle rol yapmıyor ve kesinlikle gizlenmiyordu. Neyse oydu. Açıkça karşısında dikiliyor ve olduğu şeyi saklamadan gösteriyordu. Kısacık dakikalar içinde Baia içindeki korkunun tarifi güç biçimde zayıflamaya başladığını hissediyordu. Adını koyamadağı parçalar bir araya geliyor ve ortaya bir tablo çıkmaya başlıyordu.. Henüz net değildi ama Baia kendini şimdi gitgide daha cesur hissediyordu.
"Bundan sonra bir müddet evin burası olacak," diyerek konuyu daha da derinleştirdi Smir.
"Bir müddet?" diyebildi Baia soruyla. Ne kadar cesurca çıkmıştı bu soru. Son derece kendine hakim ve bilinçli biçimde, ve törensel bir saygıyla; doğru biçimde sorulmuştu.
Smir şaşırdı doğrusu, ve de çok memnun oldu. Gülümsedi şeytan yüzü. Gözleri ışıldadı farkında olmadan.
Kız ürktü ama aynı anda da istemsizce biraz gevşedi.. Büyü gibiydi. Sempati büyüsü gibi. Tılsımlı bir şey vardı onda.. Tılsım. Bir şekilde Smir artık eskisi kadar korkutucu gelmiyordu ona. Kendini anlayamadı ve hayretler içinde kaldı. Efendi ona bir büyü mü yapmıştı yoksa?
"Gelecek kızıl dolunaya kadar," diye cevap verdi Smir..
İnledi Baia. Belki de işte buydu.. Kızlar bir sonraki dolunayda kurban ediliyordu ve o zaman kadar Efendi onların kanın ne zaman canı çekerse içerek hayatta kalıyordu. Bu böyle olmalıydı belki de.
Baia bilinmezlikle köşeye sıkıştı kaldı. Hayatı hep askıda mı olacaktı. Önce bu gece öleceği düşüncesiyle yaşamıştı şimdi bir anda üç yıl sonra öleceğini duymuştu...
Smir sanki onun düşüncelerini okur gibi konuştu. Aslında Baia'nıın duruşu aklındaki bütün düşünceleri ve ruh halini zaten olduğu gibi ortaya koyuyordu.
"Gelecek kızıl dolunaya kadar daha çok var Baia. O zamana kadar yaşanacak çok şey var," derken Smir hem vaad ediyor hem de teselli ediyordu. "Benim şimdi çekilme vaktim. İlgilenmem gereken günlük çalışmalarım var. Güneş..." diyerek işaret etti Smir, balkon pencresinin eşiğinde, güneşin altında duruyordu! Bu Baia'nın şimdi daha yeni dikkatini çekiyordu ve şoke olmuştu. Efendi bir vampir olarak biliniyordu ama şimdi karşısında tam öğlen güneşinin altında dikiliyordu!! "Güneş bana pek iyi gelmiyor, aah, öyle öldürücü bir şey değil, sadece güçlü ışığından hoşlanmıyorum ve aydınlık saatlerde pek güneşe çıkmam. Sen de çıkmamalısın. Çok narin, çok beyaz bir tenin var, güneşte yanmanı istemem. Her neyse.. Seni kızlarla başbaşa bırakıyorum. Zaten bundan böyle vaktinin büyük bölümünü onlarla geçireceksin."
Kızlar mı diye düşündü Baia. Ve o daha düşünürken, Smir şeffaflaşıp gözden kayboluyor, diğer dört kız içeriye giriyordu.
Kızılı hemen tanıdı Baia. Ne kadar da muhteşemdi. Yeşil kesinlikle onun rengiydi. Kızıl gülümsüyordu ve o da gülümsedi nazikçe.
Sonra onu izleyen Biber idi. Biber dün gece son gördüğü halinde, gerçek görünüşüyle karşısındaydı. Kızıl teni, sarı göz bebekleri, boynuzları, kuyruğu, toynakımsı ayakları ve sırtındaki kanatlarıyla bir sukubus. Çok çekici ve baştan çıkarıcı görünüyordu. Üzerinde taşıdığı yarı çıplak zırhına ve silahlarına rağmen Biber kesinlikle göz alıcıydı.
Sonra yeni gelenleri gördüğünde bu kesinlikle koca bir şoktu. Bu ikisi de muhteşem kızlar olmalarının yanında Baia ikisini de tanıyordu. İkisini de daha önce görmüştü!!
Şeker olan, Efendiye üç yıl önce sunulan Bakireydi. Onu çok iyi hatırlıyordu. O kadar muhteşem ve saf bir güzelliği unutmak mümkün değildi. Baia onu kendi eğitiminin başladığı günlerden hatırlıyordu. Kısa bir süre diğer kızların da belli dönemlerde eğitim aldıkları okulda beraberdiler. Anlaşma gereği kızlar hem güzel hem de değerli olmaları için en zeki ve eğitimlilerden seçiliyordu. Efendi bu konuda kendinden öncekinden daha kaprisliydi. Öncekine sadece güzel ve bakire olması yetiyordu. Smir'e yetmiyordu. Aslında bunda daha ziyade Günbatımı'nın parmağı vardı. Neyse..
Diğer kız, Baharat da hafızasında parlıyordu. Daha yeni yeni dişiliğinin farkına vardığı ve kızıl dolunayın anlamını fark etmeye başladığı günlerde görmüştü onu. Altı yıl önce Adak Kafilesi kasabalarından geçerken bütün kasabayla birlikte şükranlarını sunmak için Bakirenin önünde diz çöktüklerinde başını kaldırıp ona bakmaya cesaret etmişti. O günden bugüne hala aynı etkileyici güzelliğe sahipti. Gençliği ve tazeliği üzerinde tütüyordu. Şaşkınlıkla ağzı açık kalmıştı Baia'nın.
*************************
"Ayyyy!! Şuna bak! Ne şeker!" diye çığlıklar atarak ve gülerek hemen öne fırlayan Şeker'di. Hızla konuşuyor ve telaşla neşeyle anlatıp duruyordu. Baia ne kadar muhteşemdi, bu giysi ne kadar yakışmıştı, teni ne güzel bi beyazdı, gözlerine bayılmıştı, saçını çok kıskanmıştı.. Şeker durmaksızın konuşurken diğerleri sadece teslimiyetle gülümseyerek kafa sallıyordu ama Baia ürkmüştü..
"Korkuttun onu salak," diyerek Şeker'in omzuna şakacıktan bir yumruk atıp azarladı Baharat.
Şeker durdu ve hem Baharat'a hem de Baia'ya baktı. Gerçekten de ilk heyecanı geçince Şeker de şimdi açıkça görüyordu.
"Ah, salak ben. Büyük ihtimalle bizim de Efendi gibi vampir olduğumuzu ve onu yemeye geldiğimizi filan düşünüyordur.." diye gülerek anlatıyordu Şeker. Bir yandan da yatıştırıcı bir biçimde onu oturması için yatağa çekiyor ve saçlarını okşamaya başlıyordu.
Biber bu anda;
"Aslında şu yemek konu.." diye şehvetli gözlerle bakarak ağzını açmaya başlamıştı ki Günbatımı onun karnına sıkı bir dirsek attı ve dudakları sessizce "çok erken" dedi. Biber teslimiyetle sustu.
"Bak hayatım, benim adım Şeker. Burada diğer isimlerimizi pek kullanmıyoruz. Ve ben çok canlıyım..." arkadan Biber yine laf atmaktan geri kalmamıştı; "oh, evet, kesinlikle çok canlı," çok şehvetli biçimde, çapkınca söylemişti bunu yine.
Şeker iltifatı nazikçe ve sevimli bir gülümsemeyle utangaçca kabul etti. "Teşekkür ederim bir tanem. Çok şekersin. Ne diyordum...Vampir değilim. Vampirlerin kalbi atmaz. Bak işte, kendin gör" diyerek Baia'nın elini aldı ve göğsünün üzerine utanmazca koydu. "işte, bak görüyor musun" derken elini göğsüne iyice bastırıp sıktırıyordu. Yüzünde bir gülümseme ile yapıyordu bunu. Zavallı Baia şaşkınca deli gibi çarpan küçük ve güçlü kalbi dinlerken Şeker'in gözleri gözlerine dalıp ruhunu adeta kucaklıyordu. Hem hoşuna giti hem de çok korkuttu bu Baia'yı.
"Bak işte..." diyerek bu defa Baia'nın elini hemen yatağın yanlarına çömelmiş diğer kızlardan Baharat'ın göğsüne koydu bu defa. Aynı muameleyle.. "..görüyor musun kalbi atıyor. Hem de çok güzel atıyor."
"Ah, lütfen, yapma şunu Şeker.." derken hem tatlı tatlı azarlıyor hem de çapkınca gülümsüyordu Baharat.
Baia ikisinin de çok kanlı canlı olduğuna gerçekten inanmıştı ve iki güzel, genç, çarpıcı hanımı istem dışı olarak da olsa avuçlamanın getirdiği acayip hisler korkusunu bastırmıştı.
Şeker gülerek konuştu.
"Bu ikisine gelince.. Onlar zaten görüldükleri gibidir. Biri iblis, diğeri vampir. Burada herkes göründüğü gibidir. Bizler senin dostunuz Günışığı," diyerek konuştu.
Baia sordu. "Günışığı?"
"Ah," diye cevapladı Şeker, "Eski bir gelenek. Benden çok önceye gidiyor. Burada herkesin gerçek adının dışında bir adı daha vardır. Seninkini Günışığı koyduk. Günışığı gibisin. Aydınlık saçan bir duruşun var," diye sevgiyle konuştu ve saf bir iyi niyetle onu kucakladı Şeker.
"Seni sevdim Günışığı, çok iyi arkadaş olucaz!!"
Baia buna karşı koyamadı ve o da Şeker'i kucakladı. Sonra onlara Baharat da katıldı. Derken diğer ikisi de onlara katılmıştı ve kızlar koca yatağın üzerinde kocaman sevgi dolu bir yumak olmuştu!!!
Smir bu manzarayı uzaktan gizlice izlerken gülümsedi.
O gün boyunca kızlar ilk başta sadece neşeyle tanıştılar ve Günışığı'na Şato'yu gezdirip kuralları anlattılar. Evde uyulması gereken bazı kurallar ve bilinmesi gereken bazı güvenlik önlemleri vardı. Baia akıllıydı ve çok çabuk öğreniyordu. Çevredeki gezi ve ilk eğitimi tamamlanıp yine Baia'ının daha rahat hissedeceğini düşündükleri yatak odasına döndüklerinde konuşmalar derinleşti...
Gece oluyordu, hava kararıyordu. Ay yukarıya yükselmişti ve yıldızlar yavaştan yerini alıyordu.
"Bilmen ve unutmaman gereken şeyler Günışığı.. Efendiden kork. Ve Efendiden korkma. Efendi gerçekten içinde korkulacak kadar kötülük taşıyor, bu doğru. Ve bununla beraber bu ev sınırları içinde bizi kendisinden bile koruyacaktır. Bunu da çok iyi bil ve hiç unutma. Karışık geldiğini biliyorum. Ama zamanla anlayacaksın. Efendi Smir dışarıda ne olursa olsun burası onun evi ve biz onun ailesinin parçasıyız. Ailesini herkese karşı hatta kendisine karşı bile korur. Bunun için ondan kork ve ondan korkma."
"Ve asla, ama asla ona saygısızlık etme. Saygısızlık ve ihanet en nefret ettiği şeylerdendir. Göstermelik saygıdan bahsetmiyorum Günışığı, içinde duyduğundan bahsediyorum. İçinde gerçekten ona karşı saygı duyarsan bir süre sonra göreceksin reveranslar ve ya süslü efendimli hitaplar olmadan onunla rahatça, korkmadan konuşabileceksin. Bu onun çok hoşuna gidiyor bu arada," diyerek güldü Şeker.
"Ah, efendi savaşlar dışında kimseyi kurutmaz. Bu konuda bir vampir yasası var. Vampirler konusunda bildiğin şeylerin hepsini unut ve bir ara Günbatımı'na söyle sana anlatsın. Bu konularda konuşmayı ve ders vermeyi çok seviyor. Onunla sen özellikle çok iyi anlaşacakmışsınız gibi geliyor bana.. Birbirinize benzeyen yanlarınızı görebiliyorum.. Ah, neyse.. Ne diyordum. Efendi bizi kurutmaz. Bazen yaralı olduğunda tedavi için, ya da eğlence için bizden beslenebilir ama bunlar nadirdir, ve genelde bizim içinde onun kadar olduğu kadar zevkli olmasını sağlar, güven bana, bayılacaksın. Gerçekten."
"Peki yaa, ya diğeri.. " diye sordu ama tam soramadı Baia. Bekaretini kastediyordu.
"İstediğin müddetçe sana aittir Baia," diyerek tartışmasızca ifade etti. Günbatımı. "Kanın değil, onu Efendiye yemininle verdin. O hayat kaynağı, onu Efendi ne zaman arzularsa senden alabilir. Ama diğeri senin seçimin. Efendi diğerlerinin kurallarıyla pek ilgilenmez ama kendi koyduğu kurallar konusunda çok serttir. Özgür iradenle vermediğin sürece, bekaretine asla dokunmayacaktır. Bu konuda istisnası yoktur, hiç olmadı."
Baia bir an bunu ona nasıl veririm, verebilir miyim diye dehşetle düşünüyor, bir yandan da aklında Daros'un görüntüleri nahoşça geçiyordu.. Daros neredeydi, nasıldı şimdi.. Her şey sıraylaydı. Şimdi bu yeni düzene ve bu yeni hayatına dair ne öğrenebilirse kızlardan öğrenmeliydi..
Baia hemen, ilk başta sorması gerektiğini hissetti. Bunu şimdi duymalıydı kızlardan.
"Ondan korkmuyor musunuz? İğrenmiyor musunuz? Onun görünüşü.." diye tamamlayamadan samimiyetle sordu.
Kızlar ciddileştiler ama hepsi anlayışlıydı.
Günbatımı ilk konuşandı;
"En eskileri benim. Biberi saymazsak.. Biber için sorun olduğunu sanmıyorum," derken Biber araya giriyordu.
"Hiç sorun değil, hatta hoşuma gidiyor, yaraları ve dış görünüşü yürüdüğü yolun, gücünün bir bedeli. Ve Efendi bunu saklamadan gururla üzerinde taşıyor. Onu seviyorum," diye konuştu Biber ve sonra son söylediğinin ne olduğunu farkedince, diğerleri sessizce gülümserken, kızsal bir utangaçlık denilebilecek biçimde oradan süratle uzak köşeye doğru uzaklaşıyordu...
"Duydun, Biber için sorun değil. Benim için de sorun değil. Aslında sorun değil yanlış bir söz oldu. İlk başlarda Smir bu denli yaralı değildi. Zamanla bir gölgeörücü güçte yükselirken anlaşmalar yapmak zorunda kalabilir ve bedeller ödemek, nişanlar taşımak zorunda kalır. Smir, çok güçlendi. Bazen bu beni korkutuyor.. Eğer isteğin cevap buysa.."
Şeker hemen ortamdaki karanlığı dağıtıyordu.
"Görünüşü hoşuma gidiyor. Gerçekten! Şaka etmiyorum! Annem ben küçükken ne kadar yakışıklıysa içi o kadar boştur, çirkinlere dikkat et derdi. Altının bazen çamura bulandığını ama çamurun altının değerini düşürmediğini söylemişti. Akıllı kızlar çamurun içinde neye bakacağını bilir Baia. Ben buldum," diyerek göz kırptı Şeker.
Sırada Baharat vardı.
"Günışığı, Efendiye baktığımda... Yaralarını, korkunçluğunu görmüyorum. Bana, düşman sormadan alandır, sen vermeden almayacağım diyen ve sözünü tutan adamı görüyorum. Üç yıl önce, Şeker geldiğinde, beni Medanor denizi kıyısındaki kocaman, içi kalabalık bir aileyle dolu, sevgi dolu bir malikaneye götüren adamı hatırlıyorum. Orada bana artık özgürsün, mutlu bir hayatı hak ediyorsun, burada kabul göreceksin, onlar da senin gibiydi, artık mutlu ve koca bir aileler, diyen adamı hatırlıyorum." Baharat'ın gözleri duygu doluydu ve tuttuğu yaşlarla ışıldıyordu.
Baia durdu ve düşündü. Düşünecek çok şeyi vardı.. Bunlardan biri de son söylenendi.. Demek buradan bir çıkış vardı ve o çıkış çok canlı ve cazipti.
"Neden hala buradasın Baharat?" diyerek onlardan birine ilk kez adıyla hitab etti ve sanki bir çemberi yarıp içine girmiş, bir şeylere dahil olmuş gibi hissetti Baia. Diğerleri de bunu hissetmiş olmalılar ki hepsi sıcak biçimde gülümsedi.
"Efendi normalde kızları burada üç yıldan fazla tutmaz. Sanırım bunun nedenini bir gün sana Günbatımı anlatır. Beni de göndermek istedi. Ve ben kalmak için çok mücadele ettim. Günışığı, ben Efendiyi seviyorum. Onu bütün kötüğüne ve rezilliğine, bütün hatalarına rağmen seviyorum. Bunun için cehennemde yanmam gerekirse yanacağım."
O karanlık biçimde bunu söylerken yanına somurtkanca ama neşelendirmek isteyerek Şeker sokuluyor ve Baharat'ı kucaklıyordu.
"Yalnız olmayacaksın bir tanem..." sonra Şeker aklına gelen bir şey ile açıldı ve konuşmaya devam etti. "Biliyor musunuz, biz onu sadece kanımızla hayatta tutmuyoruz. Onu aynı zamanda varlığımızla yaşama bağlıyoruz. Kasabaların Smir'e ihtiyacı var. Bu çok doğru. Ama Smir bunun farkında olmasa da onun da Kasabalara ihtiyacı var.. Kasabalar olmadan Efendi de karanlık karşısında daha yalnız."
Smir saklandığı gözetleme deliğinin arkasında bunları rahatça duyabiliyordu ve son sözlerin doğruluk derecesi canını çok sıktı. Orada daha fazla durmadı. Kendini yasak laboratuvarının ayna odasına teleport etti.
Çırılçıplak soyunup etrafını çevreleyen sayısız aynanın labirentinde kendine baktı. Çevrede gezinirken bastırdığı anatomik özelliklerinin ortaya çıkması için bedenine emir verdi. Sırtından kocaman yarasa kanatlar dışarı yükseldi. Cüssesi büyüdü. Kuyruğu ortaya çıktı. Tırnakları daha bir pençe kıvamına geldi. Erkekliği büyüdü ve değişip bölünerek iki tane oldu; Çifte kılıç. İçinden daha ilkel bir gücün ve arzuların yükseldiğini hissetti.
Kendine aynada bir baktı. Geldiği yolu hatırladı. Yolun başında bir ayrıma gelmişti. Seçim yapması gerektiğinde bu yönü seçmişti. Bir zamanlar daha insandı.. Hayır, fiziksel değişimin canı cehennemeydi, elbette onun da etkisi vardı. Ama kendi duruşuna ve gözlerine baktığında asıl ruhunu gördü. Bir zamanlar daha insandı. Ve ne zaman bu evden, bu aileden uzaklaşsa insanlığından da bir o kadar uzaklaşıyordu.
İçinde yıkma ve kırma, yoketme dürtülerinin yükseldiğini hissetti. Ne kadar kolaydı. Gücü vardı. Bunu kolayca yapabilirdi. Ama yapmadı. Şeker'in ona bakışları aklına geldi. Onun sözlerini düşündü. Sarılışındaki sıcaklığı düşündü. Ve utandı. Hergün daha fazla, daha hızlı dönüşmekte olduğu şeyden utandı. Sonra bu utançtan da utandı. Öfkelendi. Çıldırdı. Gözü karardı. Kanatlarını çılgın bir öfkeyle açtı ve her bir aynaya bir düşmana saldırır gibi yıkıcı bir öfkeyle saldırdı. Gazap rüzgarı olup esti Smir...
O gün Efendi akşam yemeğine kadar ortalıkta yoktu. Kızlar konuşup gülüşerek, etrafı gezerek, harika buldukları şeyleri Baia'ya göstermekte yarış ederek akşamı ettiler. Baia bütün bu hareketin içinde kaybolmuş, şaşkın ve aklı çok dolu haldeydi. Bir kaç kez aklına Daros geldiyse de içinde onunla ilgili endişeler eskisi kadar güçlü değildi. Bir şekilde onun durumunun gerçekten haytai bir tehlikede olmadığına inanıyor ve Efendi'nin verdiği sözü tutup onu serbest bırakacağına inanıyordu.
Peki şimdi ne olacaktı.. Bu yeni haliyle işlerin gidişi onun bütün beklentilerinin dışındaydı. Evet bir köleydi ama bu o kadar da kötü durmuyordu, şimdilik. Her şeyin nasıl bu kadar süratle değiştiğine inanamadı Baia. Daha sabah uyandığında hala günün sonunu göremeyeceğine, kurban edileceğine inanıyordu. Bu rüya mıydı? Aklı hala karışıktı. Sadece anı yaşıyordu.
Yemek sorunsuz geçti. Efendi ve Günbatımı çok fazla yemediler ama insana çok benzeyen krom golemlerin servis yaptığı muhteşem yemekerin hepsinden biraz yediler ve şarap içtiler. Kızlar ve sukubus ise kesinlikle aç kurtlar gibi yediler. Elbette çok görgülü ve zariftiler ama tabakları resmen sıyırdılar ve yenilerini istemekten hiç utanmadılar. Günbatımı'nın alaylarına ve kahkahalarına, atışma ve gülüşmelere bakılırsa bu sık yaşanan aile içi atışmalardandı. Baia kendini gülümsemekten ve eğlenmekten alamadı.
Yemek boyunca çok defa Efendi ile gözgöze geldiler. Diğerleriyle de çok defa gözgöze geldi ama Efendi ile bu sayı daha fazlaydı. Yine de hepsi nazik olmaya ve bakışlarını çok uzun süre ve rahatsız edici biçimde onun üzerinde tutmamaya çalışıyordu. Bu Günışığı'nın hoşuna gitmişti ve farkında olmadan gülümsedi.
Başını kaldırdığında yine Efendiyi kendisine bakarken gördü ama bu defa ikisi de bakışlarını kaçırmadı. Efendi gülümsüyordu. Yaralı ve çirkin suratı gülümsüyordu ama bu defa her nasılsa yüzündeki ifade şeytansı değildi. Sadece gölgeli, karanlık bir tat vardı gülümsemede..
Bakışmaları çok uzun sürmedi. Efendi içkisine geri döndü ve az sonra da kibarca iyi geceler dileyerek sofradan ayrıldı.
Birkaç saat sonra yemek ve sohbet Günbatımı'nın önderliğinde sona erdirilmiş ve herkes hareketli bir günün ardından istirahat için odalarına çekilmişti.
*************************
Smir gece yarısı Daros'un tutulduğu zindana indi. Zindan duvarına mağlup biçimde çökmüştü aygır. Yorgun genç adamın el ve ayak bileklerinde, boynunda prangalar takılıydı. Işıldayan kara rünlerle işliydi bu prangalar. Büyü kırıcı önleme sihirleriyle kaplıydı genç adam. Zincirleri büyüyle güçlendirilmiş mithrildendi. Epey bir mücadele etmiş, bağırıp çağırmış, dua edip tanrılara yalvarmış, ağlamış ve sonunda da bitkin düşmüştü. Ne ermiş büyüleri ne de tanrıları onu bu cehennemin dibinde duymuyor gibiydi...
Smir, bu yenik genç adama baktı. Bir yere kadar ona saygı duyabilirdi ama oradan sonra ondan iğreniyordu. Yaklaştı. Daros onu fark etti ve hışımla ayağa fırlayıp üzerine atladı. Gölgelerin içindeki koca demir yumruk daha o Smir'e ulaşamadan Daros'a ulaştı. Kael'in dokunuşu ile Daros geriye uçmuş ve ağzı burnu kan içinde duvara bindirmişti.
Smir küfürlerle mırıldandı. Sihirli emriyle zincirler sıkılaştı ve genç adamı ayakta duvara yapıştırdı. Smir bir sessizlik büyüsü ile Daros'un açmaya çalıştığı dudaklarını kapattı. İğrenme ve ithamla konuşmaya başladı.
"Genç aygır. Bütün tecrübesizliğinin ve gençliğinin gölgesinde koca bir aptalsın. Kibirlisin. Bencilsin. Atgözlüklü bir ahmaksın. Düşünmekten aciz, sabit fikirli, inatçı, gururlu bir hayvansın. Evet. Hayvansın. "
"On Beş Kasaba için bir Bakire.. Aygır. Daha geçen yıl bir ork akıncı ordusu geçitten sızdı ve Kasabalara yönelmeye çalıştı. Öncüleriniz benim ordumun onlarla çarpışmasına şahit oldu. Hikayeyi dinlemedin mi? Sağır mı oldun? Benim ordum olmasaydı o gece kaç Bakire babasız, kardeşsiz, annesiz, kocasız kalacaktı? Hiç düşündün mü Aygır?"
"O gece kaç bakire siz daha kıçlarınızı kaldıramadan ork inlerine kaldırılıp tecavüze uğrayacaktı?! Hiç düşündün mü, On Beş Kasaba için Bir Bakire demek, ne demek? Bu sözün gerçek anlamını kavrayabiliyor musun aygır? Yoksa sadece bacaklarının arasından sarkan erkeklik kılıcınla mı düşünüyorsun?"
"Bir hayvanla bir kişi arasında çok ince bir çizgi vardır Aygır. Çizgiye dikkat et. Çoğu kişi çizgiye o kadar yakın yaşam sürer ki ne zaman hayvanların tarafına geçtiğini fark edemez. Kişi olarak kalabilmek emek ister aygır. Kişi olarak kalabilmek kendi bencilliğinden, kibirliliğinden ve ahmaklığından fedakarlık ister. Yüreğin var mı aygır? Düşünmeye, aklını kullanmaya yüreğin var mı? Kendinle yüz yüze gelip kendini yenebilecek kadar yüreğin var mı? Şunu bil ki kişinin verdiği en büyük kavga kendine karşı verdiği kavgadır. Kendine acımayı aşmaya gücün var mı? Yüreğin var mı aygır?"
"Göreceğiz aygır," diye kendi kendine şeytanca gülerek mırıldandı Smir..
Smir daha yeni yatağına uzanmış ve uykuya dalmış Baia'nın yanına sessizce yanaştı. Genç kız onun için seçtiği geceliği giymişti.
Smir gülümsedi. Ay ışığının aydınlığı yatağın üzerine vuruyordu. Uyuyan Bakirenin saf güzelliği ne kadar da davetkardı. Bu anın tılsımını bozmamak için sessizce ve çok yavaşça hareket etti. Yatağın kenarına sessizce oturdu ve izledi.
Genç kızın nefes alışverişini dinledi. Göğsünün her nefeste şişip inmesini izledi. Burun deliklerinin yavaşça içeri dışarı hareketini izledi. Saçlarını izledi.
Elini yavaşça uzattı ve güzel saçlarının üzerinde okşar gibi gezdirdi. Saçlarından yavaşça omzuna aktı elli. Smir bir iblis gibi görünebilirdi ama elleri hassas ve becerikli ellerdi. Eli yavaşça ve zarafetle hareket etti. İnce ve son derece şeffaf görünüşlü geceliğin askısını yavaşça kaydırdı. Baia yavaşça kıpırdandı uykusunda. Smir durdu.
Eller bu defa yavaşça ve hissettirmeden kızın üzerindeki örtüye uzandı. Biraz da büyünün de yardımıyla örtü yavaşça ve işkence gibi bir seyir zevki sunarak aradan çekildi. Beyaz geceliğin süslediği bu genç ve körpe beden Smir'in atmayan kalbini attıracak kadar çarpıcıydı. Ayışığı ve gölgelerin içinde cennetten inmiş bir melek gibi duruyordu Baia..
Smir yavaşça ayağa kalktı ve geri çekildi. Pencerenin yanına gitti. Emriyle birlikte odadaki mumlardan bazıları yumuşak bir ışık verecek kadar bir aydınlıkla tutuştu.
Smir fısıldadı. Sesi zarif ve yumuşak bir dokunuş gibi dokundu Baia'ya.. Baia gözlerini irkilerek açtı. Bir anlık bir minik çığlıkla inledi.
"Korkuttuğum için özür dilerim," diye konuştu Efendi Smir. Sesinde gülümseme vardı ve bu yine yemekteki gölgeli gülümsemeydi.
"Sadece alışık değilim. Geceleri odamda bir erkek ile uyanmaya.." diye açıklamaya çalıştı Baia. Bu doğruydu. Onu korkutan Smir'i görmek değil, uyanmak olmuştu. Hala üzerinde büyük bir gerginliğin izleri vardı.
"Ah, beni bir iblis olarak değil de bir erkek olarak görmen ne kadar da hoş," diyerek güldü Smir. İşte bu biraz daha şeytanca ve oyunbaz bir gülüştü. Bu ton hem Baia'nın kanını dondurmuş hem de onun heyecanlandırmıştı. Smir'i artık daha iyi tanıyordu ve tanıdığı şeyden hep daha az korkardı.
"Buraya geliş nedenim.." diyerek pencereden döndü ve Baia'ya doğru bir adım attı Smir.
Baia hala omzundan düşmüş ve göğsünün meme ucuna kadar büyük bir kısmnı açığa çıkarmış geceliğine dokunmamıştı. Ne de üzerinden sıyrılmış örtüye ve uzun bacaklarını dizinin çok üstüne kadar ortaya çıkartan kıvırılmış gecelik eteğine dokunmuştu. Şaşkınlıktan mı yoksa korkudan mı üzerini düzeltemiyordu.
Ya da belki de efendisine itaat konusunda iyi eğitilmişti ve söylenmeyen istekleri de duyup onlara göre hareket ediyordu. Şu anda, burada Smir'in ondan ne istediğini anlamak için çok fazla zekaya zaten gerek yoktu..
Baia Smir'in sözünü saygıyla kesiyor ve araya giriyordu.
"Benim için geldiniz Efendim. Sizin için kanımı sunabilir miyim?" diyerek yatağın içindeki duruşunu bozmadan boynunu yana çevirdi. Şeker'in oyunbaz biçimde ona öğrettiği şekilde kanını Efendi'ye sundu.
"Bu doğru. Senin için geldim," diyerek konuştu Smir. Yumuşakça Baia'ya yanaştı. Yanına oturdu usulca. "Seni istiyorum Bakire Baia. Ama sadece kanını değil, dişiliğini de istiyorum. Eğer onu alma şerefini bana bağışlarsan, senden bekaretini ve bu gecelik aşkını istiyorum."
Bu ilk anda kesinlikle çok gelecek bir şeydi ve Smir de bunun farkındaydı. Ama zamanı kısıtlıydı ve hem bir ders vermek istiyordu hem de bu kızı çok isityordu. Onu bakışlarını, masumiyetini köprüde ilk gördüğü andan bu yana içinde kabaran arzu gerçekten çok güçlüydü. Onu çok istiyordu.
"Efendimiz.." diye inledi Baia.. Boynunu ve kanını hala sunuyordu ama bakışları korkuyla aşağıya çevrilmişti. Sesi titriyordu.
O anda bir şey oldu. Smir kokuyu duydu. Hiç yanılgısı yoktu. Bu heyecandı. Dişiliğin uyanış kokusuydu bu. Genç kızın kalbinin atışının hızlandığını ve kalbinin çılgınlar gibi attığını duyabiliyordu. Damarlarında akan kanın hızını ve derinleşen nefesinin burun deliklerinden ve ağzından solurken çıkardığı fırtına gibi sesleri duyuyordu. Bu sesler Smir'i davet ediyordu. Bu genç beden onu davet ediyordu ama bunu sözlerle de duymaya ihtiyacı vardı yoksa fetih tamamlanmış olmayacaktı, ders olmayacaktı.
Smir kendi bedeninin kontrol altında tuttuğu uyanışını kasıtlı olarak bıraktı. Oturduğu yerde bol pantolonunu üzerinde bir çadır süratle büyümeye başladığında bunun göz ucuyla Baia'nın da dikkatini çektiğini gördü. Sessizce durdu. Onun nefesi, gözlerinin kaçamak bakışlarını ve boynunu izledi. Boynuna kapanıp dişlerini geçirmemek ve zevk efsununun en kuvvetlilerini onun bedenine salmamak için kendi arzusunu zor tutuyordu.
Kızın içindeki karmaşayı görebiliyordu. Kızın üzerindeki ifade suçluluktu. Bu onun için pek çok defa yanlış ve günahtı. Ve en çok da Daros'u sevdiği için günahtı. Bu suçtu. İhanetti.
"Aygır.. Onu seviyorsun.. Peki gerçek mi aşkın? Yoksa gençlik aşkı mı? Küçümsediğimi sanma ama gençlik aşkı bir oyuncak gibidir. Büyüyünce oynayacak oyunlar değişir, oyuncaklar değişir. Oyunun kuralları değişir.. Test etmek ister misin? Büyüdün mü? Sorunun cevabını sen bilmiyor olabilirsin Baia, ama bedenin biliyor. Teslim ol bedenine. O sana cevabını versin. Gerçek aşk bedensel arzuların ve kaprislerin çok üzerindedir. Gerçek sevgiyi bedensel zevklerle yok edemezsin, bastıramazsın. Cevabı öğrenmek ister misin? Aşkın gerçek mi?"
Nasıl? Der gibi endişe ve soruyla, merakla bakıyordu Baia..
"Bir gece için... Bu gece için... Benimle kaybol. Gecenin sonunda gerçek seni bul... Bazen kim olduğumuzu bulmak için önce kendimizi kaybetmemiz gerekir... Eskilerin söylediği gibi... Gerçek seni özgürleştirecek.. Bırak gerçek seni kucaklasın.. Gerçekten korkma. Ne kadar tatlı olursa olsun en büyük düşman yalanın taa kendisidir."
Baia için bu an ve şu ucunda durduğu uçurum gerçekten de o kadar çok açıdan o kadar çok yanlıştı ki.. Bunun tarifi yoktu. Ama yine de içinde bir yangın yanıyordu. Bedeni ve aklı tutuşmuştu ve kalbi hem korku hem de heyecanla yanıyordu. Ölüm korkusu, yaşam sevinci, yeni bir ev, Efendi Smir, kızıl dolunay, Daros, aşk, bilinmez ve özgür irade..
Her şey çok karışıktı. Bu kadar karışık olmamalıydı. Her şey daha basit olmak zorundaydı. Bilmek zorundaydı. İçinde yanan bu ateşi söndürmek zorundaydı. Bu sorunları tek tek çözmek ve hepsini bilmek zorundaydı. Bütün bu korkularını tek tek feth etmek zorundaydı.. Bunlar aklında fırtınalı bir girdap ile dönüyordu...
Baia kararını vermişti. Dişiliğini bildi bileli bir kurban durumundaydı ve söz hakkı olmamıştı. Burada söz hakkı vardı ve onu kullanacaktı, onu özgürleşmek için kullanacaktı. Bilmek zorundaydı, emin olmak zorundaydı.
"Al beni, Efendim," diye kararlı ve arzusuyla, korkusuyla barışmış bir sesle inledi Baia. "Buradan," diyerek boynun işaret ettii, "ve buradan.." diyerek heyecanlı ve melodik bir sesle, bacaklarının kıvranmasıyla iyice ortaya çıkmış dişiliğinin dudaklarını işaret etti.
Smir gülümsedi ve heyecanla, nazik bir şiddetle genç kızın üzerine kapandı. Dişlerini gösterek sivriltti. "Bu biraz bile acımayacak, ilk seferinde sana çok nazik davranacağım Günışığı, zevk efsununun tadını çıkar, ben senin tadını çıkaracağım. Sabaha kadar pek çok küçük ve büyük kıyamet yaşayacağız. Sabah olduğunda, özgür olacaksın" dedi ve inleyen kızın boğazına dişlerini açlıkla geçirdi Smir.
Baia daha ilk temasla birlikte Smir'in boynuna ve beline ellerini dolayıp onu kendine farkında olmadan çekti. Bedeni kontrolü bırakması için onu çok zorluyordu ve Baia da bedenine her an daha fazla teslim oluyordu. Bu çok ama çok iyiydi, çok güzeldi. Zevk yangını kanında akıyor, bedenini sarıyor, kalbi çıldırmış atlar gibi dört nala gidiyordu. Isırışın acısını duymuştu ama acıyı kaplayan efsun o kadar güzeldi ki acı sadece aldığı zevki arttırmaya yaramıştı. Baia kesik nefeslerle kontrolsüzce inlemeye başlamıştı. İlk birleşme şoku genç kadını şehvetle ele geçirmişti.
Kan ağzına fışkırıp dolarken acemi vampirlerin yaptığı dağınık, kirli işlerden çok uzaktı Smir'in öpücüğü. Smir'in dudaklarından dışarıya tek bir damla kan sızmadı. Baia'nın boynundan dakikalar sonra dudaklarını çektiğinde şifa efsunun dokunuşu sayesinde kızın boynunda bir diş izi bile yoktu. Smir bu gece ona çok iyi bakacaktı.
Gerçekten de Smir'in söyldiği kıyametler sabaha kadar sürdü ve sabah güneş doğarken Bakire Baia artık bir bakire değildi. Hem de hiçbir şekilde, bedenini hiçbir yerinden bakire değildi.
Sabahın ilk ışıklarından önce Kael emirlere uydu. Gizli gözetleme deliğinin arkasında gözü yaşlı, çaresizce başı öne eğik Daros'u yığıldığı yerden kaldırdı. Golemden beklenmeyecek ölçüde nazik bir dokunuştu bu. Bir an için Golem ve Aygır gözgöze geldi. Golem'in gözlerinde gördüğü şey neredeyse sıcak bir dostluktu ve bu o anda Aygır'ı bütün o duygu karmaşasından bir an uzaklaştırıp şaşırttı. Prangalara vurulmuş genç savaşçı ve gardiyanı beraberce zindana yürürken sessizliği neredeyse dostça paylaştılar.
Gece dört nala gitmişti. Smir, kanını emdikten kısa bir süre sonra ,Baia'ya kendi kanıyla karışmış kanından bir yudumu, kalbine yakın yerden kestiği bir kesikten geri emdirmişti. Bu kan değişimi kuvvet efsununun doğrudan uygulanması idi ve Baia o andan sonra ışıldayan gözleriyle gecenin içinde daha bir atılgan ve hevesli olmuştu. Yorulmaya başlayan genç, narin bedeni o andan sonra genç bir kaplan gibi canlanmış ve güçlenmişti.
Sabah yaklaşırken ikiside çıplaklıklarının içinde bir altta, bir üstte, bir önde, bir arkada dans edip durdular. Bedenleri açlıkla birbirine karıştı ve bulaştı. Zevk çığlıkları, inlemeler, haykırışlar, nefeslerin senfonisi hiç durmadı. Kudurmuş bir eğlenceydi bu.
Smir'in bakirelerle ilk gecesindeki törende kullandığı hançeri güneş doğarken kınından çıkmıştı. Hançer Baia'nın kalbine tam da son ve en büyük zevk kıyametinin zirvesinde saplanmıştı. Bu hançerin vuruşu soyut bir vuruştu. Ete ve kana, kemiğe dokunmadan, duygulara vuran bir vuruştu bu. Bu Smir'in yasak büyüsüydü. Bu onun adağı, bu onun kurbanıydı.
Smir'in hançeri öyle bildik hançerlerden değildi ve özel büyüler için kullanılan bir silah, daha doğrusu bir araçtı. Daia'nın kalbine giren hançer sadece kızın aklında ve bedeninde patlayan zevk ve mutluluk kıyametlerine daha bir şiddet katıp onu çılgınlığın uçurumundan aşağıya acımasızca fırlatmıştı.
Smir törenin bu zirve anında hançerden akıp içine, ölü kalbine dolan güçle haykırırken Baia yere baygın yığılıyordu. Bu kadarı genç kadın için çok fazlaydı, bedeni ve ruhu yorgunluğun en uç sınırlarından uykuya doğru düşüyordu. Hem de çok derin bir uykuya.
Smir sarsılıyor ve acıyla, zevkle inleyip haykırıyordu. Odanın içinde karanlık ve sıcak bir güç odaya sinmiş bütün gecenin duygularını ve tenlerindeki aşk kalıntılarını emiyordu.. Vampir ve uğursuz bir açlıkla, şehvetle bütün gecenin birikmiş izlerini emip duyguların kalıntılarını toparlıyordu karanlık.
Bu uğursuz, karanlık doruk bir dakika kadar sürdü ve sonra zamanı geldiğinde Smir elindeki hançeri kendi kalbinin hemen üzerine, göğüs kafesine vurdu. Koca bir yarık açıldı orada.
Smir elini soktu ve ölü olan ama şimdi bu gecenin ve ilk gece ayininin sonunda yine atmakta olan kalbini eline aldı. Söküp çıkardı. Zevk şimdi acıların en korkuncuna dönüşmüştü ve Smir kendinden geçerek, elinde kendi göğsünden söktüğü kalbiyle yere yüz üstü yığıldı..
Elinde hala atmakta olan kalp bir kaç kısa an içinde simsiyah kararıyor ve kristalleşiyordu. Ama hala o halinde bile içten bir güçle sessizce atıyordu.
Sabah bu zevk ve büyü gecesinin sonunda Baia uyanmadan önce Smir çoktan gitmişti. Oda gecenin izlerini hala kısmen taşısa da Baia gecenin son kısmını ne duymuş ne de ona dair bir iz görmüştü. Bu Smir'in sırrıydı.
*************************
Sabah Baia giyinirken kendini Kızıl Dolunay'da kurban edilen bir Bakire gibi hissetmiyordu. Bir bakire değildi, bu doğruydu. Gece bir şey kaybetmişti ve bir şey bulmuştu.
Bekaretini ve saflığını kaybederken yeni bir görüş kazanmıştı. Dünyaya gözleri daha bir açık bakıyordu ve olayları başka açılardan da görebiliyordu. Pek çok şey daha berrak hale gelmişti. Smir'in kastettiği bu muydu bilmiyordu ama Baia hayatının bir dönemini kapattığını ve yeni dönemine bambaşka biri olarak adım attığını hissediyordu.
Üzerinden zincirleri alınmış ve rahatlamış bir Baia idi burada balkondan çevreyi izleyen.. Başını güneşli yaz göğüne çevirdi ve mavi gökyüzüne gülümserken çiçek kokularını içine çekti. Yaşamak güzeldi.
O günün gecesinde Baia ve Daros yüzüyüzeydi. Köprünün bir ucunda Erbrom beklerken diğer uçta iki genç, Efendinin izniyle yanlarında Kael ile yürüyordu sessizce...
"İkimizde çocuk değiliz artık Daros. Sen artık bir Paladinsin."
"Ve sen de artık bir bakire değilsin, bir kadınsın. Efendi'nin cariyesisin," diye itham etmeden sadece soğuk gerçeği söyledi Daros.
Baia cevap vermedi. Yolları burada ayrılmak zorundaydı. İmkansızlığın içinde bir hayali ve bir umudu paylaşmıştılar. Ama sorumlulukları ve gerçeğin acı kıskaçlarını aşmayı başaramamıştılar.
"Seni hiç unutmayacağım Baia, Kızıl Dolunay'dan önceki Baia'yı hiç unutmayacağım."
"Ben de Kızıl Dolunay'dan önceki Daros'u unutmayacağım. Seni hiç unutmayacağım," diye bütün kalbiyle söyledi Baia.
Ve böylece ayrıldılar. Ne son bir öpücük ne de son bir dokunuş oldu. Daros arkasını döndü ve yanında eşlik eden kocaman bir Kael ile uzun köprüyü taa en karşıya dek yürümeye koyuldu.
Onlar yürürken Efendi izledi ve Baia sessizce bir damla gözyaşı döktü. Efendi anlayışla ve gülümseyerek başını salladı gizli pencerede.
"Dersini aldın Aygır," diyerek büyü ile fısıldadı Smir.
"Sen de istediğini alacaksın Efendi. Senin ne istediğin biliyorum artık."
Smir aradaki büyülü bağ ile ulaşan sesi biraz merakla karşıladı.
"Neymiş istediğim Aygır?"
"Ceza. Sen cezalandırılmak istiyorsun. Bu sana sunulacak, endişe etme," derken bunu söyleyen genç adamın sesi bir an için zihninde değişmiş ve içinde ezgiler taşıyan çok başka ve güçlü bir sesle karışmıştı.
Smir güldü ama bu alaylı bir gülüşten ziyade bir meydan okumaydı.
"Sabırsızlıkla bekleyeceğim.
Köprünün ortasına geldiklerinde Kael durdu ve elinde taşıdığı kındaki kılıcı Daros'a uzattı. Gümüşkıvılcım'dı kılıç.
"Çok güzel bir kılıç. Bana vururken zarar görmemesine sevindim," diye safça ve içtenlikle söylemişti golem. Sesi güçlü ve metalik tınılıydı, zarif ve güzeldi. Gözlerinde düşmanlık nedir bilmeyen bir sakinlik ve gülümseme vardı. Bir golem değil de ruhu olan bir canlı gibiydi Kael..
Daros şaşkınlık dolu bir gülümsemeyle karşılık verdi ona.
"Teşekkürler. Adın Kael, değil mi?
"Evet," diye ilgiyle cevap verdi Kael.
"Teşekkürler Kael," diyerek içtenlikle teşekkür etti ve kocaman kule gibi goleme dostça elini uzattı.
El sıkışmaları ilginç ve garip olduğu kadar da sıcaktı.
"Gülegüle."
"Hoşçakal."
Köprü uzadı ve Erbrom yanında bir yedek atla gelip tek başına Daros'u karşıladı.
Kısaca bir şeyler konuştular Daros at binerken.. Sonra atlarını sürdüler ve tırısa kalmış bir koşuyla yollarını Kızıl Mızrak Şatosu'ndan uzağa çizdiler..
Daros'un ayrılışından bir kaç gün sonra Şato'da yaşam kızların normal dediği hale geri dönmüştü. Baia süratle uyum sağlıyor ve günlerini kızlarla dolaşıp öğrenerek, daha yakından tanışarak, gecelerini de genelde Efendi'nin yanında geçiriyordu.
Efendinin ilk birkaç geceden sonra kanını ya da dişiliğini istemesi daha seyrekleşmeye başlamıştı ve kızlar bunun normal olduğunu söylüyordu. Efendi gelgitliydi ve bu aralar uğraştığı başka büyücüsel işleri de vardı. Baia zamanla hepsini öğrenecek ve düzende kendine yer edinecekti.
Smir yalnız başına laboratuvarında oturuyor ve bir düzine kitabın saçıldığı çalışma masasında bir kitaba gömülmüş okuyordu.
Kael son gelen birkaç eşyaya yer açıyor ve indirilmiş kitaplardan işi bitenleri geri koyuyordu.
Gölgeörücünün aklına yaklaşan buluşması geldi. Ve Rom'u hatırladı. En son haber aldığından bu yana yirmi seneden çok zaman geçmişti. "Bağlantı kurma" ve "arama büyülerinin" tamamı boşa çıkmıştı. Son denemesini de altı ay kadar önce yapmıştı.
Romulion'un ölmesine ihtimal vermiyordu Smir. Çırağını iyi yetiştirmişti ve Rom çetin bir çevizdi. Üstelik ölmüş olsaydı aramaları esnasında bunu hissetmesini sağlayacak bir iki işarete rastlaması gerekirdi.. Hayır Rom ölmemişti. Peki hangi cehennemin dibindeydi bu lanet Çırak!
Romulion da zaman zaman kendi arayışının peşinde "boyutlararası geçişleri" kullanıp başka düzlemlere gitmesiyle bilinirdi ama Smir buna dair bir izi de bulamamıştı. Çırağının çok gizli bir işe karıştığını ya da başının ciddi bir belada olduğu için saklandığını bile düşünüyordu Smir.
Yine de bir kez daha denemek istedi. Ayağa kalktı ve laboratuvarında bu tür aramalar için hazırladığı "güçlendirme çemberinin" içine girdi. Büyüsünü söylerken çember ışıldamaya başlamıştı.
Romulion koca bir çölün ortasındaki küçük bir vahanın yanıbaşındaydı. Gece soğuktı ve çöl rüzgarı esiyordu. Palmiyenin gölgesinde durmuş ayşığının vaha sularında ışıldamasına dalmıştı. Yüzünde huzura benzeyen ince bir gülümseme, sanki tatlı bir uyuşukluk, bir sarhoşluk vardı.
Yanında, uzak bir köşede tatsızca somurtan "sukubusu" ve onunla muhabbet açmaya çalışan kocaman "kılıç ifriti" vardı. "İmpi" ve "cehennem devi" yanlarında "karanlık deviyle" daha uzak bir köşede aylaklık ediyordu. Sukubus haricinde diğerleri için sıkıntı diye bir sorun yoktu ama Disana gerçekten sıkıntıdan patlıyordu. On Yedi yıl boyunca Efendileri Romulion'dan hiç haber alamamıştılar ve sekiz ay önce döndüğünden bu yana da sarhoş gibiydi.
Uzun beyaz saçları rüzgarda dalgalanırken Rom başını kaldırdı. Yüzünde şaşırmış ve şimdi yeni hatırlayan bir ifade vardı. Güneş yanığı esmer teninde ışıldayan mavi gözleriyle gülümsedi. Ayağa kalktı. Orta boydan biraz daha uzun ve yakışıklı bir insandı Romulion. Genç duruşu aldatıcıydı, gölgeörücüler hep yavaş yaşlanırdı, diğer büyücülerden bile daha yavaş.. Bir gölgeörücü için çok sağlıklı ve çekici bir duruşu vardı Romulion'un..
Disana ona hevesle baktı. Döndüğünden beri Rom'dan gördüğü en büyük hayat belirtilerinden biriydi bu canlı gülümseme.
"Efendi Smir, Usta," diyerek güldü Romulion. Büyülü bir çağrı alıyordu, Disana bunu fark etmişti ve rahatlamayla gülümsedi sukubus. Smir'in adının geçmesi ifritin içini umutla doldurdu. Nihayet bu gemiyi yeniden yola sokacak bir rüzgara dair bir şey oluyordu. Smir...
*************************
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder