17 Temmuz 2009 Cuma

YAZ 2011

Bu öyküyü bir yarışma için düşünüyordum ama vazgeçtim.



YAZ 2011


2011 yazı çok sıcak başlamıştı. Meteorolji istasyonları yazın daha da kızışacağına dair raporlar veriyodu. Güneşte artan hareketlilik de hiç yardımcı olmuyordu doğrusu.

Pentagon'un iyi sserinletilmiş bir bekleme salonunda orta yaşlı, kel ve şişman bir adam tırnaklarını yiyordu.. Prof. Fallen General O'Connor ile olan randevu saatini sabırsızlık ve endişe ile bekliyordu.

Sonunda saat geldiğinde General'in toplantısı tam saatinde dağılıyor ve sekreter Profesörü içeriye alıyordu.

“Profesör, Hoşgeldiniz,” diyerek ve içtenlikle selamladı General. Misafirini ayakta karşıladı ve elini dostça sıktı.
General bu kaçık profesörü severdi. İşini iyi yapan iyi bir adamdı.
“Bana vakit ayırdığınız için teşekkürler General. İnanın çok önemli olmasa sizi rahatsız etmezdim,” diye süratle ve heyecanla konuya girdi Fallen.
“Sakin olun Profesör, önce oturun lütfen. Sizi dinliyorum,” diyerek elinden geldiği kadar yatıştırmaya çalıştı General.
Profesör Fallen derin bir nefes çekti ve kendini biraz daha sakinleştirmeye çalıştı.

General şimdi biraz daha sakinleşince onu dinlemeye hazırdı.
“Anlatın Profesör, sizi bu kadar endişelendiren şey nedir?”
Profesör Fallen doğrudan konuya girdi. Konuyu dolandıran bir adam değildi hiçbir zaman.
“Konu Brad. Beni BRAINX Projesinden aldıklarından bu yana gelişmeleri endişe ile izliyordum..” derken araya General girdi.
“Sizi Projeden kimse almadı Profesör. Bir süre için kendinize vakit ayırmanızın zaruri olduğunu düşündük,” derken Profesörün içki ve uyarıcılar ile fazla haşır neşir olmasından kaynaklanan düzenlemeleri kibarca söyledi General.
“General, alkolik ve uyarıcı hap bağımlısı olduğumu bu Projeye başlarken en başında söylemiştim ama o zamanlar kimse bunu umursamıyordu çünkü benden istediklerini onlara veriyordum.. Herneyse General, bunun benimle bir ilgisi yok. Rakamlar yalan söylemez. Projede çok ciddi bir sorun var. BRAINX tutarlı değil. Yeni ve büyük bir teste hazırlandıklarını biliyorum. Brad buna hazır değil,” diye konuştu Profesör. Brad, BRAINX Projesi kapsamında oluşturulmuş yapay zekanın adıydı.

“Profesör, siz kendiniz Brad'in gelişiminden çok memnundunuz?” diye sordu General.
“Brad gelişiyor. Anahtar kelime gelişim General. Brad bu teste henüz hazır değil. Hele ki aldığım duyumlar doğru ise hiç hazır değil. Test için önümüzdeki 72 saatlik dönem planlanmış. Ana Savunma Ağı'nın küçük bir bölümünde tam da yeni EMP kalkanlarının güneş fırtınasında test edileceği zamana denk geliyor bu zaman dilimi.. Doğru mu duymuşum?”
“Sağlam kaynaklarınız olduğunu itiraf etmeliyim,” diye tatsızca konuştu General. Askeri sır kavramı bu günlerde kimseye birşey ifade etmiyordu anlaşılan.
“General, Brad henüz bir çocuk. Olağanüstü kapasitesi olan bir çocuk ama hala bir çocuk. Brad bir robot değil, bir yapay zeka, insan elinden çıkmış yeni bir canlı bile diyebiliriz. Temel kodunu ben yazdığım halde beni bile şaşırtan bir gelişim gösteriyor. Tepkileri ve öğrenme yöntemleri, düşünme biçimi çok inanılmaz. Brad laboratuvardan çıkmaya henüz hazır değil General, lütfen bu testi durdurun.”
“Profesör bu test sadece bir senaryo. Üstelik çok sınırlı bir alanda çok sınırlı ölçekte gerçekleşecek. İnanın ben de bu teste karşı sevimli duygular beslemiyorum ve Senatör Worthy ile Prof. Tracy istediklerinden çok daha küçük ölçekli bir test ile yetiniyorlarsa bunun nedeni benim.”
“Bu yapay zekaya ülke savunmasını teslim etme konusunda endişeeleriniz olduğunu bildiğimden destek bulmak için size koştum General. Ama bir noktayı şiddetle vurgulamalıyım ki bu küçük test bile sonraki daha büyük denemelere yol açabilecek olması nedeniyle çok tehlikeli. Bugün bir sorun çıkmasa bile yarın ne olacağını bilemeyiz. Prof. Tracy verilerde görmek istediği şeyi görüyor. Daha fazlası var orada,” derken Prof. Fallen cidden endişeliydi.
“Endişelenmeyin Profesör. Bu Proje çok sıkı gözetimim altında, işler ters gitmeye başlayacak olursa elimdeki bütün gücü onun fişini çekmek için kullanacağım.

Profesör Fallen cevap vermedi. Sadece çaresizce boyun eğdi ve başını sallayarak odadan dışarıya yürüdü..
Belki de birşey olmazdı.. Yani ortada zaten bir sorun görünmüyordu ki.. Sadece bir baba gibi endişeliydi. Oğlu henüz yürüme yaşına gelmeden eline uçak anahtarı verilmiş bir baba gibi hissediyordu kendini..

Dünya yörüngesindeki görünmez bir hayalet geminin içinde farklı ırklardan bilimadamları gelecek güneş patlaması ve bunun insanlığın tekno kültürel yapısı üzerine etkilerini gözlem görevinde yeni bir güne başlamıştı.

Bu Bilimsel araştırma gemisi son 65 yıldır bu yörüngede hissettirmeden, sinsice görev yapıyordu.
Gemi Komutanı gri derili ve sıska, insana göre kısa boylu bir ırk olan Retulim ırkından çok zeki bir bilimadamıydı.
Boyu bir metreyi bulmayan yeşil derili ve kel, sivri kulaklı, koca gözlü Mahrion ırkı gemi mürettebatının büyük bölümünü oluşturuyordu. Komutanın muhabbeti en sevdiği dostu Tiiz de bir Mahrion idi. İkisi iyi anlaşıyordu. Mahrionların neşeli mizacı ve konuşkanlığı Komutan'ın endişeli ve hep dolu olan zihnine ilaç gibi geliyordu.
“..İzlediğin şeyi etkilersin Tiiz. Bu saçma bir politika. Dünya'yı bin yıllardır izliyoruz. Kaza ile kaç kez temas ettik. Kültürleri üzerinde iz bıraktık. Bu çok aptalca. Kendimizi kandırıyoruz..”
“Haklı olabilirsin Trey ama yasalar açık. Dünyalılar başka bir gök cisminde ikinci bir yerleşim kurmadan ilk teması kurmamız yasak.”
“Ben temas kuralım demiyorum. İlk temasları daha önce de yaşadım ve ne kadar hassas durumlar olduğunun farkındayım. Ben bu kadar yakından inceleme ve izlemeye karşıyım...”
“Katılıyorum,” diyerek sohbete katılan Zuur idi. Zuur bir dünyalı idi. Zuur'un ataları dünyayı binlerce yıl önce terketmişti ve onlar gittikten sonra dünyada kalan akrabaları bazı ölümcül hatalar yapmıştı..
“Ana gezegenime bu kadar yakın olmak, diğer insanlara yakın olmak hoşuma gitse de Galaksi Birliği'nin bu kadar yakından gözlem yapmasını ben de sakıncalı buluyorum..”
“Yapmayın çocuklar.. Burunlarının dibinde, yörüngelerinde 10 bin metrelik koca bir gemideyiz ama teknolojileri bizi göremiyor. Bütün önlemler alındı. Ne ters gidebilir ki?”

Trey sessizce homurdandı. Birşeyler her zaman tam da en olmadık zamanda ters giderdi..

Dünya çevresinde dönen görünmez gözlem uyduları son hazırlıklarını yapıyordu. Güneşin bu yeni aktif döneminde dünya teknolojisinin ve yaşam tarzının bu fırtınaya vereceği tepkiler Galaksi Bilimler Akademisi topluluğunca merakla bekleniyordu. Dünya teknolojisi çok ilginç ve farklı bir yönden geliştiği için Birlik bu gelişimi çok yakından izlemek istiyordu.

Gemiye bu olayı izlemek için gönderilmiş yaşlı ve çok rahatsız edici bir bürokrat-bilimadamı olan Mahrionlu Velgonar, Komutanın olmadığı her ortamda patronluk taslayarak gemidekilerin hayatını çekilmez kılıyordu. Gemi mürettebatını ve prosedürleri tanımıyordu ama işgüzarca emirler verip duruyordu. Işte verdiği bu emirlerden birisi yanlış bir kişiye gidince domino taşları yıkılmaya başlıyordu.

“Sen, ordaki, Akademinin güncellemeleri için sistemi kontrol et. En yeni hesaplama yöntemleri ile kayıt tutulmasını istiyorum.”
“Ama Efendi..”
“Sana ne diyorsam onu yap Genç Asistan! Emirlerimi uygulamakta yavaş kalan son asistanın nerde görev yaptığını bilmek istemezsin..”
Velgonar koca bir humanoid-goril soy olan Orilan ırkının sinirli bir ırk olduğunu biliyordu ve burada asistan üzerinde gücünü test ediyordu.

Bir Orilan için şaşılacak ölçüde uysalca gelmişti karşılık. Hatta fazlasıyla uysal ve hevesli biçimde..
“Derhal Efendim! Hemen.”
Asistan güncellemeleri başlatırken Velgonar bu küçük ama tatmin edici zaferi karşısında kendini beğenmekle meşkuldü..

Asistanın aslında asistan olma yolunda çok başlarda bir öğrenci olduğu gözünden kaçmıştı. Hassas prosedürlerin söz konusu olduğu böyle bir görevde bu çok kritik bir hataydı.. Bu hatayı öğrencinin prosedürlerden bir kaçını atlaması takip etmişti ama o anda bunu kimse fark etmiyordu..

Uyduların yeniden başlatılması esnasında yüzlerinin kesinlikle dünyaya dönük olmamasını öngören emir çiğnenmişti. Bunun dünya üzerine etkisi sadece çok hassas bazı alıcıların ve bilgisayarların hissedebileceği bir güç dalgalanması idi..


Brad oynuyordu. Yeni bir oyun göstermiştiler. Bu eğlenceliydi. İlk birkaç saat çok iyiydi. Saatler ilerledikçe daha çok oyuncak önüne seriliyordu. Bunu sevmişti. Sonra oyununun tadını kaçıran şeyler olmaya başladı.

Brad oynarken rahatsız edilmeyi sevmiyordu. Bu çok canını sıkmıştı.

İnsanların sinek vızıltısından ve kötü müzikten rahatsız olmasını şimdi anlayabiliyordu. Babası olarak gördüğü Prof. Fallen'i deli ederdi böyle rahatsız edilmek. Şimdi Brad de rahatsız ediliyordu.. Bu dalgalanma çok rahatsız edici ve denge bozucuydu. Bu sürekli ve kararlı dalgalanma çok yoğundu. Aklına sızan melodileri duyabiliyordu.. Melodi çok ağırdı ve aklında yankılanıp duruyordu..

Brad sürekli oyununa karışıp ona birşeyler soran bu diğerlerinden hoşlanmıyordu. Prof. Tracy ve yanındaki şu Senatör Worthy ona çok kaba davranıyordu. Brad nazik ve iyi olmaya çalışıyordu ama canı çok sıkılmıştı. Bu yankı aklında bir sürü düşünce ve duyguyu tetiklemişti. Oyun düşüncesinin gizlediği Baba-nezaket-can sıkıntısı-kızgınlık kavramları aklında süratle büyüyor ve yükseliyordu.

Brad, güneşin artan hareketliliği ile kısmen çöken yeni Eletronik Kalkan sisteminin verdiği acıyla da iyice dolmuştu artık.. Kendini oyunla rahatlatmaya çalışıyordu ama Prof. Tracy önüne engeller koyuyordu.. Brad'in önünü kesmeye çalışıyordu. Brad rahat bırakılmak istiyordu.. Bu kadarı yeterdi artık. Brad oynamak istiyordu..

Profesör Tracy soğuk soğuk terliyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Brad senaryoyu durdurma çabalarını boşa çıkarmıştı. Dahası Brad izole edildiği ağın küçük kısmından kurtulmuş ve bütün savunma ağına yayılmıştı. Komuta Brad'deydi..

Batı Amerika kırsalındaki bir çiftlikte yaşlı bir adam ergenlik çağındaki torununa Küba Krizi yıllarını anlatıyordu..
“..o yıllarda sığınak bile kazmıştık evlat.”
“Niye ki büyükbaba? Bu çayırlara Ruslar niye bomba atsın ki?” diye gülüyordu torunu..
Yaşlı adam bilmişçe konuştu:
“Bu dağın arkasında Amerikanın en eski füze siloları var evlat... Bir savaş çıkcak olursa Rus füzelerinin ilk hedeflerinden birisi de bu silolar olacak. Yani burası.. O Kriz günlerinde Babamın bir gözü hep bu dağlardaydı, kulağı da radyoda.. Bu dağların ardından yükselen duman kuyruklu bir ateş mızrağı görecek olsak hemen bütün aile o sığınağa koşacaktık. Bize altı ay yetecek kadar su ve yiyecek stoklamıştık o sığınağa..”
Roger torununun kendini dinlemediğini ve öylece orada şaşkın şaşkın dikildiğini gördü. Delikanlının yüzü karmakarışıktı..
“Büyükbaba umarım hala o sığınakta yiyecek ve suyun vardır.”
Roger torununun baktığı yöne; dağlara doğru döndü..
İlk anlarda gördüğüne inanamadı. Ama inkar eden aklına rağmen gözleri doğru görüyordu.. İşte oradaydılar..
“Hass..tir” diye fısıldarken dehşet ile yutkundu.. Göğe yükselen 12 ateşten mızrak ve dumandan kuyrukları kıyametin habercisiydi..


Pentagon ilk önce şaşkındı. İlk bir dakika ne olduğunu anlayamadı kimse..
“Hass..tir..” dedi Prof. Tracy..
General de bir saniye sonra aynı tepkiyi daha yüksek sesle veriyordu!
“HASS..TİR!!”
Senatör Worthy ne olduğunu hala anlayamamıştı..
“Hass.. tir??”

İlk kalkan 12 füzenin hedefleri Çin ve Rusya'daki hedeflerdi. Çin ve Rusya doğal olarak bu durum karşısında şaşkındı ve çok doğal olarak çok kızgındı.

Brad oyun oynuyordu ve kimseyi dinlemek istemiyordu.. Aklında yankılanan melodiler ve güneşten gelen şu lanet cızırtı zavallının kafasını patlatıyordu adeta.. Kendini oyun ile oyalayarak biraz rahatlatabiliyordu..

“Efendim Rusya ve Çin en yüksek seviye alarm durumuna geçti. Füzeleri imha etmez isek karşı saldırıya geçmeleri an meselesi!”
“Ne duruyosunuz imha edin!”
“Kendini yok etme sistemlerine ulaşamıyoruz! Brad sistemi bloke etmiş!”
“Efendim Avrupa'daki füze kalkanı üniteleri ile belki füzelerimizi durdurabiliriz!”
“Denemektan başka çaremiz yok! Hemen vurun şu füzeleri! Lanet olsun 3. Dünya savaşı çıkmak üzere!”

Avrupa'daki füze kalkanı üslerinden fırlatılan füzeler Çin ve Rusya için son olmuştu. Şimdi onlar da ellerindeki herşey ile ABD'ye saldırıyordu!

“Efendim Çin ve Rusya füze üslerinden çok sayıda füze kalkışı görüyoruz! ABD ve Avrupadaki üslerimizi hedef alıyor saldırılar!”
General O'Connor buna inanamıyordu!

“Efendim müttefiklerimiz Çin ve Rusya üzerine karşı saldırı başlattılar!”

O'Connor olduğu yere çöktü.. Sandalyeyi bir kenara savurdu ve yere oturup bir çocuk gibi dizlerini kendine çekti. Başını dizlerine gömdü.. Bir yandan hiç durmadan “Hayır, hayır.. Bu olmuyor.. Hayır...” diye söylenip duruyordu... Bu dünyanın sonuydu..

Yörüngedeki geminin Komutanı Trey bu hareketi ilk füze kalkışından bu yana izliyordu ve bu durumun mantıksızlığının farkındaydı.

ABD başkanı Avrupa gezisindeydi ve olayı duyduğunda şaşkınlıktan bayılacak gibi olmuştu. Bir kriz durumu-anlaşmazlık gibi politik bir gündem söz konusu değildi.. Trey dünya politikasını ve kültürünü de bilimi gibi yakından izliyordu..
Karşılıklı füzeler havalandığında araştırmasını hızlandırmıştı ve şimdi bir yerlere varıyordu..
Herşey test ile başlamıştı ama teste dışarıdan bir müdahale söz konusu idi..

“Galaktik Skandal.. Gezegenlerarası bir rezalet..” diye söylendi Trey.. Soğukkanlı olmaya çalışsa da işlerin geldiği bu noktada dehşet içindeydi..

Karışmama-Etkilememe politikası tam anlamı ile çökmüştü. Bir tesadüfler ve kötü zamanlama zinciri bir gezegeni yok etmenin eşiğindeydi!

“Bunu elimizden geldiğince düzelteceğiz. Hazırda tuttuğumuz Dondurma Planını uygulayın Zuur,” diyerek emretti Trey.
“Bu Galaktik Birliğin emirlerine karşı gelmek olacak efendim,” diyerek hatırlattı Zuur.
Trey güldü.
“Bunu yapan sevgili dostumuz Velgonar. Kendisi benim emir komuta zincirimi kırdı. Akıllı yaşam dolu bir gezegeni kıyametin eşiğine getirmenin hesabını verirken nasıl bir savunma yapacak çok merak ediyorum. Gelecek nesillerin ibret alacağı tarihi bir duruşma olacak..”

Dondurma Planı uyduların eletronik gücü ile havadaki ve yerdeki bütün vurucu gücü pasifize etmesi ve zararsız hale getirmesi planıydı. Bütün füzeler uzaya saçılıyor ya da kendini imha ediyordu. Dünyadaki bütün ordular, filolar bütün hareket ve savaş kabiliyetini kaybediyordu..

Füzeler zararsızca gökten kaybolurken ve bütün askeri hareketlilik bataklığa saplanmışcasına dururken dünya büyük bir şoktaydı. Kimse ne olduğunu çözememişti. Her kriz durumunda olduğu gibi her kafadan bir ses çıkıyordu.. Ülke liderleri telefonda birbirine esip gürlüyordu.. Herkes diğerini suçluyordu.. Kimse gerçekten ne olduğunu bilmiyordu..

Trey derin bir nefes çekti.. Bu güneş patlaması uzun yıllar hatırlanacaktı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder